Başlangıç > Uncategorized > ÖYLESİNE KISA BİR YARENLİK!..

ÖYLESİNE KISA BİR YARENLİK!..


DEPREM ACILARI UNUTULMAZ: M. Ali Sulutaş, 17 Ağustos 2015…

17 Ağustos 1999 ‘da Marmara depreminde ölenleri, evleri yıkılanları unutamıyoruz. Ölenlerin ışığı bol olsun geride kalanlara sabırlar dileriz… Acıyı belki de en çarpıcı anımsatan görüntü kucağında 3-5 ekmek somunu taşırken avuç içiyle acı belirtisi göz yaşını silmeye çalışan yaşlı adam belleklerde… “Türkiye’nin %65’i deprem bölgesidir.” Bu nedenle erken uyarıcı yöntemler uygulanmalıdır. Türk depremi henüz Kandilli Rasathanesince yönetilmektedir. Bu Kurumun yeni bir başkanı var. Deprem erken uyarı yöntemleri devrede: Yeni yöntemle hareket eden trenler bile durdurulabilecek. ‘Kentsel Dönüşüm’ yoluyla yaşanabilir bina kazanılmalı…

Uluslararası araştırmacıların 2007’de hazırladığı İstanbul deprem raporu ile ilgili konuşan Deprem Komisyonu Başkanı Güllüce “Uykularım kaçtı” dedi. Raporda İstanbul’da 30 yıl içinde 7.5 şiddetinde deprem olacağı, enkazdaki cesetlere 22 gün sonra ulaşılacağı gibi ürkütücü ayrıntı var. TBMM Deprem Araştırma Komisyonu Başkanı ve AKP İstanbul MVi İdris Güllüce, “Japonya’nın İstanbul deprem raporunu okuyunca kimyam bozuldu, uykum kaçtı” dedi…

Çin’de on binlerce insanın ölümüyle sonuçlanan 12 Mayıs 2008’deki 7,8’lik depremden günler önce, depremin merkez üssüne komşu Mianyang kentinde binlerce kurbağanın kenti boşalttığının ortaya çıkması, felaketin bir habercisi olarak yorumlanıyor. Çin’in Sişuan eyaletini hafta başında vuran 7.8’lik deprem felaketinden haftalar öncesinde başlayan bazı garip olayların, depremin işaretçisi olduğunu, ancak yetkililerin bu işaretleri görmezden geldiğini internette tartışmaya başladı. Gazeteport internet sitesinin derlediği habere göre, Şandong kentinde yaşayan bir blog’cu, depremden yaklaşık 1 ay önce kentteki deprem araştırma merkezine gittiğini ve burada tutulan hayvanların garip davranışlar sergilemeye başladığını yazdı. Deprem sırasında nasıl davranmalıyız? tıklayınız. Dünyada kaydedilen en büyük deprem hangisidir?: 22 Mayıs 1960’ta Şilide olmuştur (magnitud= 9.5 Mw). Yeryüzünde en az sallanan kıta hangisidir?: Depremi en az olan kıta Antarktika’dır. Magnitüd ve Şiddet arasındaki fark nedir?
Magnitüd depremin kaynağında açığa çıkan enerjinin bir ölçüsü; şiddet ise depremin yapılar ve insanlar üzerindeki etkilerinin bir ölçüsüdür. (Magnitüd / Şiddet karşılaştırması)Depremin Şiddeti Nedir? Depremin yer yüzeyindeki etkileri depremin şiddeti olarak tanımlanır. Şiddetin ölçüsü, insanların deprem sırasında uykudan uyanmaları, mobilyaların hareket etmesi, bacaların yıkılması ve toplam hasar gibi çeşitli kıstaslar göz önüe alınarak yapılır. Şiddeti tanımlamak için birçok ölçek geliştirilmiştir. Bunlardan en yaygın olarak kullanılanı Değiştirilmiş Mercalli Şiddet Ölçeğidir (Modified Mercalli (MM) Intensity Scale). Bu ölçek, Romen rakamları ile belirlenen 12 düzeyden oluşur. Hiçbir matematiksel temeli olmayıp bütünü ile gözlemsel bilgilere dayanır. Richter Ölçeği nerede satılır? Richter Ölçeği bir alet değildir; Artçı Deprem (Aftershock) nedir? Ana depremi izleyen daha küçük sarsıntılar dizisidir.

Artçı Depremler (Aftershocklar) ne kadar süre ile devam eder? 1 ay da olabilir 2 yıl da…

Depremin süresi ne kadardır? Bir ile doksan saniye arasında değişir.

Depremler önceden belirlenebilir mi? Depremin önceden belirlenmesi olanaksızdır.

Fay nedir? Yerkabuğunu oluşturan kayaçların bir yüzey boyunca kırılması ve oluşan iki parçanın birbirine göre göreceli olarak yer değiştirmesi. (Fay Türleri) Kuzey Anadolu Fay Hattı nedir?
Doğuda Karlıova ile batıda Mudurnu vadisi arasında doğu-batı doğrultusunda bir yay gibi uzanır. Dünyanın en aktif ve en önemli kırık hatları arasında yer alan Kuzey Anadolu fay zonunun uzunluğu yaklaşık 1200 km dir; genişliği ise 100 m ile 10 km arasında değişir.

Deprem olan her yerde fay var mıdır? Eğer yoksa bile yeni bir tane oluşmuştur.

P ve S dalgası nedir? (Animasyon) P dalgası: Kayıtçılara ilk ulaşan deprem dalgasıdır. Hızı kabuğun yapısına göre 1.5 ile 8 km/sn arasında değişir. Tanecik hareketleri yayılma doğrultusundadır (boyuna dalga). Yıkım etkisi düşüktür. S dalgası: Kayıtçılara ikincil olarak ulaşan deprem dalgasıdır. Hızı P dalgası hızının %60’ı ile %70’i arasında değişir. Tanecik hareketleri yayılma doğrultusuna dik ya da çaprazdır (enine dalga). Yıkım etkisi yüksektir.
(P ve S dalgalarının Kabuk içerisinde ve Manto sınırında izlediği yola göre bileşenleri)

Sıvı Etkisi (Liquefaction) nedir? Kum-kil gibi gevşek malzemeden oluşan katmanların deprem sırasında sıvıların çalkalanmasına benzer bir özellik göstermesidir.

Magnitüdlerine göre 1 yılda tüm dünyada kaç deprem olmaktadır? (USGS)

ÖYLESİNE ÇOK KISA BİR YARENLİK!..

Yaşlandığımı anımsatan, (14-15 Ağustos 1935)* ya da aramayı unutan arkadaşlarıma, dostlarıma, yakınlarıma hısım-akrabaya teşekkürlerimi sunar, yüzlerdeki gülücüklerin sürmesini dilerim…

* Rahmetli anama sormuştum birkaç kez, Mersin’in ilçesi (Pazar diye de anılan) Günar’a 11 km batıdaki adını, Anamur kentinin anahtarını teslim alıp Karamanoğlu Mehmet Bey’e teslim eden köyde türbesi de bulunan ilginç yatırdan alan) Şeyhömer köyünün 1 km kadar batısındaki Sapa(r)ca bağ-bahçelerinin bulunduğu yerde talvar denen çardakta beni doğurduğunu söylerdi. Sonra kitabına uydurup doğum günüm (3 yıl+ küçük) Silifke’de olduğumuz 1.1.1938 denmiş…

Bilgi: [Nasıl olsa
yaşlanıacağız, yeter ki ihtiyarlamayalım!..] diyegelmekteyim. Bu sözü ederken, soruyorum da: ‘Yaşlandığım doğru da, ihtiyar olduğum mu ortaya çıkıyor acaba?..’ diye… Yaşlanan da ihtiyarlıyor ama değişik konum ve değişik oranlarda ihtiyar olunuyor… M. Ali Sulutaş, 15 Ağustos 2015

BOMBALARDAN SONRA YİNE DE YAŞAMAK

T.D. Allman & Stephen Wilkes / Türkçeleştiren: M. Ali Sulutaş

Xiangkhouang’da bomba kovanları tavuk kümesi sırıkları olarak işlev görüyor. Hurda metal olarak da değer taşıyorlar. Ancak peşlerine düşmek tehlikeli bir iş. Patlamamamış bombalar 2012 yılında 15 Laoslunun ölümüne, 41’inin de yaralanmasına yol açmıştı. ABD, Vietnam Savaşı’nın sürdüğü 1964–1973 yılları arasında Laos’a 2 milyon ton bomba bıraktı. Yani, ortalama bir hesapla, dokuz yıl boyunca sekiz dakika arayla bir uçak dolusu bomba yağdı gökyüzünden üzerlerine. Peki böylesi bir tarihe sahip bir ülke nasıl toparlanabilir? Kavanozlar Ovası’ndayım. Laos için, tarihin en ağır bombardımanlarını yaşayan bir halk olmanın ve her şeye rağmen yaşamaya devam edip kendilerine gelecek kurmanın nasıl bir şey olduğunu yansıtan bir görüntü, bir metafor, aydınlatıcı bir fikir bulmaya çalışıyorum günlerdir. Ve en sonunda bölgesel başkent Phonsavan’da, işlek bir caddede aradığımı buluyorum. Amerika’nın Laos’a düzenlediği bombalama operasyonundan, gökyüzünden gelen muazzam –ve sonuçsuz kalan– bir yıkımdan geriye kalan bomba kovanlarından oluşan dev bir yığın bu. Söz konusu hurda yığınının biraz ilerisinde yeni bir ATM makinesi yükseliyor. Yarı unutulmuş bir savaşın paslı enkazı, canlı mavi ve parlak beyaz renklerdeki bu davetkâr para tapınağının yanında küçük kalıyor. Bomba kovanlarını inceledikten sonra ATM makinesine gidiyorum ve banka kartımı takıp bir milyon kip çekiyorum. (Aşağı yukarı 300–350 liraya karşılık gelen bir para bu.) Makineden çıkan tüm o 50 bin kiplik banknotlar, bombardımanlar çağının, yerini para çağına bıraktığı yeni bir Laos’un öyküsünü anlatıyor.

Bir zamanlar çocuklar burada, Xiangkhouang Bölgesi’nde, güneş yüzü görmeden büyüdü. İnsanlar yıllarca mağaraların ve tünellerin karanlıklarında saklanarak yaşadı. Bugün Phonsavan o kadar kalabalık ki, yayaların caddeyi kaç dakikada geçmesi gerektiğini gösteren dijital göstergeler var trafik ışıklarında. Aslında banka, restoran, taze meyve–sebze dolu bir market ya da spor ayakkabı satan bir mağaza bulmak için mutlaka caddenin karşısına geçmeniz de gerekmiyor. 1964–1973 yılları arasında yaşanan Amerikan hava saldırılarının kalıntıları, arkeologların sırrını hâlâ çözemediği Kavanozlar Ovası’ndaki ünlü anıtsal yükseltilerle birlikte, ülkeye turist çekme kampanyasının bir parçası haline gelmiş. Gördüğüm bu bomba kovanından yığın da yerel turizm ofisinin hemen önünde sergileniyor.

Savaştan kalma mühimmat –aralarında patlamamış bombalar da vardı– bu tarlayı güvenli kılmak için 2012’de imha edildi. Dalga dalga inip çıkan tepeleri ve çimenlik düzlükleriyle Kavanozlar Ovası’nın bazı bölümleri dev bir golf sahasını andırıyor. Ancak buradaki kum kapanları, patlayan milyonlarca bombanın eseri. Patlamayan daha milyonlarcası da tehlike oluşturmaya devam ediyor; özellikle de bu bombaların değerli metalini toplayarak para kazanan girişimci Laoslular açısından.

Phet Napia’nın Ban Naphia köyündeki evinin üzerinde yer alan reklam tabelasında, “Kaşık ve Bilezik Yapımcısı Bay Phet Napia’ya Hoş Geldiniz,” yazıyor. Evinin arka bahçesindeki dökümhanede cephane kovanlarından ve yörede toplanan metallerden alüminyum eritiyor Phet. Ardından bir kalıba dökerek bomba biçimli anahtarlıklar ve sofra takımları yapıyor. Yerel restoranların hepsinde savaş döneminden kalma hurda metalden yapılma çatal, kaşık ve yemek çubukları var.
Phet’in kurduğu işin getirdikleri ortada: Yeni bir ev, televizyon, uydu yayını, elektrik. Birçok Laoslu gibi Phet de yatırımcı ruha sahip bir zanaatkâr. Ancak, pazar ekonomisinde bir şeyi satın aldıktan sonra yapılacak harcamaların hâlâ neden bitmediğini anlamakta zorlanıyor. “Altmış kanal var,” diyor çanak antenini beğeniyle izlediğimiz sırada. “Ama elektrik için para ödemek gerekiyor.” Evet, ceptelefonu yeni işlerin gelmesini sağlıyor, “ama telefonu aldıktan sonra bile konuşmak için yine para ödemeniz gerekiyor.” (…)

2011’de açılan köprü, 1994’ten bu yana Mekong üzerinde inşa edilen dört köprüden üçüncüsü. Yaklaşık yedi milyon nüfuslu Laos’ta kullanımda olan ceptelefonu sayısı beş milyon civarında. Mekong Nehri’nin kuzeyinde, Pak–Ou köyündeyim. Kayıklarında kıpırdamadan duran balıkçılar kehribarımsı ışıkta birer siluetten ibaret. Kayıklarını kuşatan su parlatılmış bronz gibi ışıl ışıl. Yüzlerce yıl öncesine geri dönmek gibi. Yegâne fark, balık tuttukları sırada bir yandan da ceptelefonuyla konuşuyor olmaları. Başkent Vientiane bir zamanların karmaşa dolu kasabası. Bugün 12 katlı binalarıyla yine düzensiz bir görünüm sergiliyor. Geçmişte burada sessizlik hakimdi. Sessizliği olsa olsa düşen yağmur damlalarının, ağlayan bebeklerin, gülen insanların ve dua eden rahiplerin sesi bozabilirdi. Bugünse klimaların, jeneratörlerin, motosikletlerin ve kornaların karmaşık uğultusu altında. Ülke ekonomisinin yıllık büyüme hızı yüzde 8 civarında. Laos Devrimci Halk Partisi’nin Sovyet tarzı orak çekiçli bayrağı hâlâ ulusal bayrağın yanında dalgalanıyor. Ancak bir zamanlar görevleri Vietnam’ı Marksist–Leninist ulusal birlik savaşında desteklemek olan hükümet yetkililerinin rolü artık çok farklı. Onlar şimdilerde Güneydoğu Asya serbest ticaret bölgesinin kurulmasını olanaklı kılıyor. Laos, BM’nin “En Az Gelişmiş Ülkeler” listesinden 2020’ye kadar mezun olmayı hedefliyor.

Laos’ta, en ücra köşelerde ve en mütevazı insanlar arasında bile zenginler daha da zenginleşiyor. Dış dünyanın sunduğu olasılıklara daha önce hayal dahi edilemeyecek oranda erişim olduğunu görüyorum. Orta Laos’ta, Vietnam sınırı yakınlarında, motosiklet üzerinde, koltuğunun altına sıkıştırdığı çanak antenle eve giden genç bir adama rastlıyorum. Dağ köylerinde mavi–beyaz formalı öğrenci grupları görüyorum. Ayrıca gittiğim her yerde yenilenmiş ibadethaneler gözüme çarpıyor. Üstelik sadece Budist tapınakları değil bunlar; animistlerin mabetleri ve birkaç Hıristiyan kilisesi de var. Safran renkli giysileri içindeki rahipler yine hemen her yerde ama bir farkla, şimdi ellerinde bilgisayar çantaları taşıyorlar.
Mekong, Vientiane’den hâlâ tarihteki kadar coşkuyla akıp geçiyor ama nehir kıyısı değişime uğramış. Bir zamanlar daha çok bir çamur yığını ve kum havuzu halindeki sahil, artık egzersiz aletleri, koşu yolları ve hatta aile boyu sedanlar ve spor arabalara ayrılmış park yerleriyle üç kilometrelik davetkâr bir kordona dönüşmüş. Her akşam kalabalıklar üşüşüyor buraya; sevgililer, akrobatlar, gülen çocuklar, break dansçılar. Müzisyenler gösteri yapar, egzersiz guruları ders verirken, batmakta olan devasa tropikal güneşin yuvarlağı bulanık bir ufuk çizgisine dönüşüyor. Kalabalıklar, satıcıların el arabalarındaki neon lambalar ve motosiklet farlarının hareketli huzmeleriyle aydınlanıyor.

Laos’taki her şey gibi, Vientiane nehir kıyısındaki bu park da çok daha derin bir öykü anlatıyor aslında. Hümanist bir kent planlama başarısı olan kordon –yaşamı yeniden nehre, açık alanlara ve gökyüzüne odaklıyor– kenti su taşkınlarından koruyan dev bir set. Kimler tarafından inşa edildiği de ilginç. Büyük oranda Güney Kore’den alınan krediyle finanse edilmiş. Asya ülkeleri şimdilerde Batılı güçlerin hiçbir zaman yapmadığı kadar işe yarar yardımlar sağlıyor. Ne Fransa ne de ABD, Laos’ta hüküm sürdükleri süre içinde Mekong üzerinde köprü inşa etmedi örneğin. Oysa bugün üzerinde altı büyük köprü var. Bunlardan biri de, Laos ile Tayland ve Vietnam’ın büyüyen ekonomileri arasındaki mesafeyi 145 kilometreye indiren Thakhek’te. Otel odamın penceresinden Tayland görünüyor; televizyonda Vietnam Popstar yarışması var. Vientiane’de bir sabah kaldığım otelin lobisini bir motosiklet kulübü tarafından istila edilmiş olarak buluyorum. “Malezya’dan gezmeye geldik,” diye açıklıyor motosikletçilerden biri. Gidiş–dönüş 4200 kilometrelik bir yolculuk. Bir başka sabah –bu kez de Louangphabang’da– sokağı kente henüz gelmiş arabalarla dolu halde buluyorum. Hepsinde Çin plakası var. Kuala Lumpurlu varsıl motosikletliler kuzeye giderken, Kunmingli varsıl Çinliler güneye doğru yol alıyor ve bu arada Laos’ta tatil yapıyor. Evet, Laos istila altında. Ama ABD’nin domino teorisinde öngörüldüğü gibi komünist tankları ve zırhlı askeri araçların değil, Peugeot’ların ve Harley’lerin istilası bu.

ÜLKÜSÜ OLAN VE ÇALIŞAN İNSAN YAŞLANMAZ.

İhtiyarlık kaç yaşında başlar?

Kristof Kolomb Amerika’yı keşfe çıktığı ilk yolculuğunda 50 yaşını çoktan aşmıştı. Pastör kuduz aşısını bulduğunda 60 yaşındaydı. Mimar Sinan Sülaymaniye Camisi’ni bitirdiğinde 70 yaşını bitirmişti, Selimiye Camisi’ni tamamladığında ise 86 olmuştu. Galileo, ayın günlük ve aylık çizimlerini yaparken 73 yaşındaydı. Charli Chaplin 76 yaşında film yönetmenliği yaparken işinin başındaydı. Goethe, en büyük yapıtı Faust’u ölümünden bir yıl önce 82 yaşında bitirmişti. Gençlik, yaşamın belli bir çağıyla ilgili değildir. İnsan, kendine olan güveni derecesinde genç, şüphesi derecesinde yaşlıdır; cesareti derecesinde genç, korkuları derecesinde yaşlıdır. Ümitleri derecesinde genç, ümitsizliği derecesinde yaşlıdır. Hiç kimse fazla yaşamış olmakla ihtiyarlamaz. İnsanları ihtiyarlatan, ideallerinin gömülmesi, hedeflerinin olmamasıdır. Yıllar cildi buruşturabilir ama, heyecanların, ideallerin teslim edilmesi ruhu buruşturur. İnsanlar yaşadıkça yaşlandıklarını sanırlar oysa, hedeflerine götüren yolu yürümedikçe yaşlanırlar. İnsan, ihtiyar olmaya karar verdiği gün ihtiyardır. Güzelliği görme yeteneğini yitirmeyen asla yaşlanmaz…

Mehmet Şahin Sevgili damadım Levent Şemis, çok güzel bir paylaşım. Çok beğendim. Tam sana ve bana göre… Ben kendimi her zaman genç olarak görüyorum. Bu yolda yürüyorum. Sizin de aynı düşüncede olduğunuzu sanıyorum. Sağlık-başarı ve mutluluklar diliyorum.

Mehmet Ali Sulutas Komşularım, öğretmenlerim, damatlar, gelinler, kızlar oğlanlar; hep yaşlanacağız, ama ihtiyarlamayalım, olmaz mı?..

Sema Karaoglu, Zeki Gezici‘nin fotoğrafında etiketlendi. – Lerzan Gurol ve 26 diğer kişi ile

Kategoriler:Uncategorized
  1. Henüz yorum yapılmamış.
  1. No trackbacks yet.

Yorum bırakın